Hekimlik belgemi 1965 yilinda aldiktan sonra, mecburi hizmet ve askerlik görevlerimi yapmam nedeniyle, uzmanlik ugrasina 1969’da Cerrahpasa Nöroloji Kliniginde basladim. Klinikte tatli bir hava vardi; öglen aralarinda, hocalar ve asistanlar, bir odada bir araya geliyor, birçok tip sorunu tartisiliyor ve çok güzel hikâyeler anlatiliyordu. Bu arada, rahmetli hocamiz Prof. Dr. Nedim Zembilci, Uzm. Dr. Esat Eskazan ve rahmetli Asistan Dr. Ayhan Arguner bir köseye çekilip bir konuyu tartisiyorlardi. Adi, uyku-EEG’si olan konu ilgimi çekti ve sürekli kulak misafiri olmaya basladim.   Uyku-EEG’si çalismalari, II. cihan harbi öncesinde baslatilmis, ancak savas yillarinda sürdürülememisti. Daha sonra tekrar ele alinmis ve 1953’te uyku sirasinda zaman zaman göz kürelerinin hizli hareketlerinin ortaya çiktigi fark edilmisti. Iki yil sonra 1955’te, göz küreleri hareketlerinin rüyalar ile iliskisi ortaya konmustu. Ondan sonra da, konu hakkinda hayli mesafe kat edilmisti. Nihayet 1968’de, eriskin uyku-EEG’sinin, tüm gece boyunca sergiledigi özellikler yayimlanmisti.   Yurt disinda EEG ögrenip, bilgilerini yurdumuza tasiyan, ülkemizin ilk EEG uzmanlari olan hocalarimiz, 1950-1952 yillarinda, uyaniklik EEG’si ile ugrasan önemli merkezlerde çalismislardi. O yillarda, uyku-EEG’sinin getirileri de henüz bilinmedigi için, ülkemizin ilk EEG ustalarindan hiçbiri uyku-EEG’si ile ilgilenmemisti.   Cerrahpasa Nöroloji Klinigi asistan odasinda, “daha fazla gecikmeden, ülkemizde de bu konuyu ele almamiz gerektigi” konusuluyordu. Yaklasik iki ay süren konusmalarda, Dr. Ayhan Arguner’in, uyku-EEG’si ile bir uzmanlik tezi yapmasi ve o yillarda uyku saglamak için kullanilan ilaçlari arastirmasi, kararlastirildi. Sabaha kadar sürecek ve 100 gecede tamamlanacak EEG kayitlari için gerekli tüm malzeme (bazilari yurt disindan) tamamlandi.   Konusmalari dinlerken, bu çalismaya katilma karari vermistim, bunun heyecanini yasiyor, fakat belli etmiyordum. Çalismanin, bir kisi ile tamamlanmasinin, imkânsiz oldugunu fark etmistim; ilk gece, Ayhan’a sürpriz yaparak yardima baslayacaktim.   Iki ayin sonunda, tam is basi yapilacagi günlerde, Ayhan, biraz heyecanli bir ifade ile Nedim hocaya soru yöneltti. “Hocam, ben simdi, sabaha kadar uyumadan EEG kaydedecegim, ertesi gün de her günkü islerimi yapacagim, sonra gene sabaha kadar EEG basinda oturacagim,  ara vermeden 10 gece kayit yapacagim; peki ben ne zaman uyuyacagim ?” dedi. Nedim hoca, ilk saskinliktan sonra, kahkahayi basti, “yahu, bu kadar konustuk, bunu hiç düsünmedik” diyerek devam etti, “tezini tamamlamasi için, 3-4 ay süreyle, kimseyi her günkü islerden muaf tutamayacagimiza göre, bu is yapilamaz”, dedi. Sonra da, “öglende Esat gelsin de, sana baska bir alanda, tez konusu bulalim” diyerek Ayhan’i rahatlatti; benim ise, bütün hayallerimi yikti.   Bir saat sonra, Ayhan’i bir kenara çektim; konusmaya basladik.   - Bana bak, bu tezi yapacaksin, sakin vazgeçme.   - Oglum dinledin, dayanmanin imkani var mi?   - Ben sana yardim edecegim, her gece gelecegim, kayit basladiktan sonra nöbetlese uyuruz.   - Aklini basini al, böyle bir fedakarligi kimse yapamaz. Üstelik ben bir kez uyursam, sabaha kadar bir daha kalkamam.   Siraladigi pek çok itiraza ragmen, sonunda ikna ettim. Böylece, EEG hakkinda hiçbir sey bilmeden, uyku-EEG’sine baslayan ilk kisi de ben oldum. Ayhan, uyaniklik EEG’sini ögrenmisti, artik gündüz kaydedilen EEG’leri tek basina yorumluyor ve rapor yaziyordu. Ben de EEG’yi ondan ögrenmeyi düslüyordum.   Isi baslattik. Aksamüzerleri, saat bes ile sekiz arasinda, firsat bulabildigimiz kadar uyuyorduk. Sadece on gecede bir kez, evlerimize gidip, uyku depoluyorduk. Klinikte yatabilecegimiz tek yatak nöbetçi hekime ait oldugu için, ondan yararlanip, nöbetlese uyuma sansimiz da yoktu. Bir ara, öylesine yorgun düstük ki, anlatamam. Beyin kanamasi nedeniyle komaya girip, 10 gün yattiktan sonra, gece yarisi vefat eden bir hastanin, yataktan kaldirilmasi ile bosalan sicacik yataga kendimi nasil attigimi hiç unutamiyorum. Ayhan “yahu, hastayi sarsmamak için, çarsaf ve nevresim günlerdir degistirilemedi, biraz bekle degistirtelim” diye çirpiniyordu. Bir buçuk saat sonra, beni kaldirip, kendisi ayni yataga girerken, bunlari hatirlamadi bile.   Ilk üç haftada, kayit yapilirken aletin basindan hiç ayrilamadik; akip geçen kâgidi sürekli seyrettik. Sabaha kadar, bir karis kalinliginda bir EEG kaydi olusuyordu ve bunlari bir duvarin dibine istifliyorduk. Dördüncü hafta, Ayhan “bana bak, sonunda bunlardan 100 tane olacak, çok zorlanacagiz; gel alet basinda izlemeyi birakip, kaydedilenleri yorumlamaya baslayalim” dedi. Benim de bekledigim buydu.    Yan yana oturuyorduk; Ayhan yavasça kâgitlari çeviriyordu, ama bana hiçbir açiklama yapmiyordu. Derken, gördügüm birbirinden farkli dalgalar için, “Ayhan, bu ne ?” diye sormaya basladim. Günlerce sordum; tek kelimelik bir cevap bile vermedi. On bes gün daha geçince, kararimi vermistim; isi birakacaktim; hiçbir sey ögrenemiyordum. Ancak, bu kararimi nasil söyleyecegimi bilemiyordum.   Sikinti ile geçen dört bes günün sonunda, beklenmedik bir sans dogdu. Biz çalismaya baslamazdan bir yil önce (1968), eriskinin uyku-EEG’sinin özelliklerini siralayan bir yazi yayimlanmisti. Bu yazi elime geçti. Dikkatle okudum, Ayhan’a sordugum bütün sorularin cevaplari yazilmisti. Özet çikardim ve ezberledim.     Iki gün sonra, kayitlar çevrilirken, ben konusmaya basladim; “Ayhan, bu sudur”, “Ayhan, bu budur”. Bu kez, “haaa”, “haaa” diye cevap vermeye basladi. Yaklasik 15. uyarida, birden basini çevirip, “sen bunlari nasil biliyorsun ?” diye sordu. Soruyu soruyla cevapladim, “sen bilmiyor musun ?” dedim. “Nasil bilebilirim” dediginde, içimdeki buzlar erimis, arkadasimi tekrar kazanmistim. Meger ben sordukça, ona karabasanlar basiyormus, “bu isin altindan nasil kalkacagiz” diye düsünmekten hiç cevap veremiyormus.    Ben bu ise “cehaletin verdigi saflikla” girmistim; meger o da “cehaletin verdigi cesaret” ve benim israrimla baslamis; ama sonunda, o yazida yazilmamis olan özellikleri de fark etmeye basladik.    Ayhan uzman olduktan sonra, Fransa’daki Avrupa’nin en büyük “uyku-EEG’si ve epilepsi merkezi”ne, bilgi ve görgüsünü arttirmak üzere gitti. Her hafta yazdigi mektuplarda, gene sabaha kadar EEG kaydi yaptiklarini, ama kosullarin bizimki ile mukayese edilemeyecegini ve fazla uykusuz kalmadigini yaziyordu. Bir ay sonra, çok neseli bir mektup aldim; uyku-EEG’si yorumunda, onun ögrenecegi bir sey kalmadigini anlamislar. Yillardir, raporunu yazip hastaya verdikten sonra, özel arastirmalar için sakladiklari, firsat bulamadiklari için de bir türlü ele alamadiklari, bir oda dolusu uyku-EEG’si kaydinin önüne Ayhan’i oturtmuslar ve “sen artik gece kayitlarina gelme, o isi herkes yapabilir, gündüzleri bunlari yorumla” demisler… Bu is, en deneyimli ve en güvenilir kisiye verilebilecek bir görevdir.   Ayhan gittikten sonra, uzmanlik tezim için çalismaya basladim. “Damar tikanikligina bagli felç geçirmis kisilerde, uyku-EEG’si verileri”ni arastiracaktim. Proje 70 gecelikti. Ancak, her hasta için ardi sira dört gece sabahlamam gerekiyordu. “Araliksiz 10 geceyi iki kisi basardiysa, dört geceyi tek kisi de basarabilir”, diye düsündüm. Umdugumdan zor oldu…   Bir gece öylesine yorgun düstüm ki, oturdugum yerde uyuyacagimi anladim. Gece üçe kadar ayakta durdum. Bacak agrilarim agir basinca, oturmaya karar verdim. Uyumamak için, laboratuarin camlarini açtim; disarida kar vardi. Aletin önüne oturup, basimi aletin tezgâhina dayadim. Uyusam da, sirtima vuran soguk uyandirir, zannettim. Bir süre sonra, bir fisirti ile uyandim; ter içinde kalmistim. Aletin yazip akittigi kâgit bana takilmis, ileri geri katlanarak üzerimi örtmüs ve sirtimda bir yiginak olusturmustu. Birakin üsümeyi, terlemisim. “Alet de beni seviyor, üsümemem için bunu yapti” diye mirildanarak, kâgit kümesinin altindan çiktim. Hastanin da uyanmis olabileceginden kuskulandim ve aletin arkasindaki ufak bölmenin kapisini açtim. Bir kolu ve bacagi hiç kipirdamayan hasta yataginda yoktu; basindaki elektrot kablolari dagilmisti. Uyku sersemi, “hastayi çaldilar” diyerek, disari firladim; önümdeki koridorda kosarak merdiven basina geldim. Hasta, üst kata çikan merdivenlerin ortasinda yüzükoyun yatiyordu, saglam kolu ve bacagi ile kendini yukari çekmeye çalisiyordu. “Ne yapiyorsun” diye bagirdim. Hastanin yüzü güldü, “doktor bey, sen ölmedin mi” dedi. “Öldüysem, birakip kaçilir mi?” diye, tisladim. “Doktor bey, iftira atarlar, sen öldürdün derler, korktum, kaçiyordum” diye sizlandi. Ikimiz birden kahkahayi bastik, hayatta olmami kutladik.   Sonunda tez bitti, ben de uzman oldum ve Houston’a, dünyanin en büyük uyku-EEG’si laboratuarina, bilgi ve görgü arttirmak için gittim. Iki ayri hastanede çalismalarini sürdüren, bir gecede 11 kisiye uyku-EEG’si tetkiki yapabilen, 35 kisinin çalistigi, gerçekten en büyük olmaya hak kazanan bir kurulustu.   Oradaki ilk ayimda, birçok kisi, EEG’lerdeki yorum konusunda bana sorular yöneltti. Rahmetli Prof. Dr. Ismet Karacan’in talimatiyla beni sinavdan geçiriyorlarmis; bense, ögrenmek için sorduklarini zannediyordum. Ilk ayin sonunda, öyle bir sorun getirdiler ki, ben de zorlandim. Onlar, düs��ndüklerini söylediler, ama aklim yatmadi. Bütün kaydi alip, bastan asagi inceledim, farkli yerlerden benzer örnekleri isaretledim, sonra da yanlis düsündüklerini belirttim, ama inandiramadim. Ögleden sonra gelen Dr. Karacan’a anlatmislar; o da herkesi toplayip, düsündüklerini açiklamalarini istedi. Ortada, benim anlattiklarimi anlayacak, ondan baska kimse yoktu. Toplantinin sonunda, “bundan sonra sorun yasandiginda, benim gelmemi beklemeyin, son sözü Dr Attila söyleyecek” dedi…   O günün aksami, Ayhan’in Fransa’daki basarisini hatirladim ve “galiba biz bu isi, kendimiz pisirip, kendimiz yerken, ögrenmisiz” dedim.   Yurda döndükten bir süre sonra, EEG laboratuarinin sorumlulugunu üstlenmem istendi. Ilk is olarak, kuruldugundan beri, en az bir ay sonraya randevu veren laboratuarin bu sorununu ele aldim. Hastalar, EEG raporunu alincaya kadar, üç kez Cerrahpasa’ya gelmek zorunda kaliyorlardi. Dört teknisyen hanimi, bir ay süreyle, aldiklari ücretin dört kati emekle çalistirdim; günü birlik kayit yapip, ayni gün rapor vermeyi basardik. Aslinda yapay olan yigilma ortadan kalkinca isler gevsedi. Teknisyen hanimlara tesekkür edip, “isin kalitesini bozmayin, hasta olmadigi zamanlarda, elisi bile yapip, dinlenebilirsiniz, bunu hak ettiniz” dedim. Bir teknisyen hanim, gerçekten el isi getirmis, bir ara yaparken görmüsler ve yetistirmisler. Dinlenme süremizin ilk haftasinda, “senin kizlarin el isi yapiyor, onlari neden çalistirmiyorsun”, diye sorgulandim. Verdigim cevaplar öylesine inciticiydi ki, bir daha bu konu gündeme gelmedi.   Ikinci is olarak, EEG egitimine sarildim. Yorumlanan EEG raporlarini ve o EEG’ye ait bir-iki sayfalik örnegi, hastaya verdikten sonra, bir nüsha da klinik için biriktirmeye basladim. Belirli birikim olustuktan sonra, bir dosya olusturdum. Bu dosya laboratuarda duracak, EEG yorumlanmadigi zamanlarda, yeni ögrenenler örneklere ve raporlara bakarak egitimlerine katkida bulunacaklardi… Önceki yillarda hastam çalinmamisti ama bu dosya 15 gün sonra yok oldu.   Üçüncü is olarak, çocuk EEG’lerini hedefledim. EEG kaydi yapilirken, çocuk hareketsiz duramadigi için, uyurken kayit yapmak gerekiyordu. Ancak, eriskinin uyku EEG’sini ögrenmeden, ondan oldukça farkli olan çocuk uyku-EEG’sini ögrenmek mümkün degildi. Bu yüzden, en deneyimli olanlarimizin yorumlari bile tartismaliydi. Benden deneyimli olanlarin iki-üç dakikada yaptiklari yorumlari, ben yarim saatte yapamiyordum. “Çocuk EEG’sini ögrenemiyorum” diyerek, moralimi bozuyordum…   Bu sorunu çözmek için, yeniden, ustalarin yazdigi raporlardan örnekler biriktirmeye basladim. Birikim tamamlaninca, bunlari, sikâyetlerine ve yaslarina göre gruplandirdim. Gruplari elden geçirince, “ayni yas-ayni sikâyet-ayni EEG örneklerine” farkli raporlar yazildigini gördüm. Bunun üzerine, kimseye haber vermeden, bir EEG kaydini ayni kisiye, farkli günlerde iki kez yorumlattim. Ayrica, bazi EEG’leri birbirinden habersiz iki ayri ustaya yorumlattim. Üç grup halinde sürdürülen bu birikim elliser EEG’ye ulasinca degerlendirdim. EEG uzmanlarinin görür görmez tanidigi, zaman zaman ortaya çikan, anormal aktiviteler konusunda bir sorun yoktu. Ancak, EEG’deki temek aktiviteyi yorumlama konusunda, her  grupta % 50 fark vardi. Belli ki, yorumcunun gününe göre, degerlendirme degisiyordu.   Uygun bir günde, elimde birikenleri Nedim hocanin önüne yigdim. Önce, “bu isi kimsenin bilgisini ölçmek için yapmadigimi, ise ögrenmek amaciyla basladigimi, ama simdi hamamin namusunu kurtarmak sorunuyla karsilastigimizi” anlatarak, dökümü özetledim. Benimle tartisacagini zannediyordum, her itirazina verilecek cevaplari hazirlamistim. Beklemedigim bir konusmayla karsilastim. “Oglum, ben Londra’da EEG ögrenirken, çocuk EEG’sini ögrenemedigimi biliyordum, oradakiler de bilmiyorlardi. Sen, eriskinin uyku-EEG’sini ögrendigin için, isin farkina vardin”. Uzayacagini umdugum tartisma, baslamadan bitmisti. Bir soru yönelttim, “bizler disariya açik degiliz, sizin muayenehaneniz oldugu için, Istanbul’un, Ankara’nin, Izmir’in EEG’leri de sizin elinizden geçiyor; onlar ne durumda?”.“Onlar daha kötü durumda, biz bilmedigimizi bildigimiz için, yanilgi oranini azaltmak amaciyla bazi tedbirler aliyoruz. Onlar, bildiklerini zannettikleri için, bizden çok fazla hata yapiyorlar. Ancak, bu is böyle gitmez, mademki hamamin namusunu kurtarmak gerekiyor, bu isi en iyi bilen merkezin neresi oldugunu ögrenin ve sen oraya gidiyorsun”.   Çesitli nedenlerle, yurt disinda uzun süre kalamayacagimi ve orada da hiç kimsenin bu isi bana ögretmek için zaman harcamayacagini belirttim. “O zaman, atlaslardan ögreneceksin” dedi. Yaptigim isin zaten o oldugunu, fakat bunun mümkün olmadigini, anlattim. Elimizde üç-dört parmak kalinliginda bir Fransiz atlasi vardi; onu getirdim. Atlasta, dogumdan itibaren, her ay için bir resim vardi. Oysa normal çocuklarin uyaniklik ve uyku kaydinda, birbirinden farkli davranislari belgeleyen, birbirinden farkli görünümlerde, sekiz dönem bulunuyordu. Yani, normali ögrenebilmek için, her aya, en az sekiz resim gerekiyordu. Hocam güldü; “bu atlas, egitim için degil, reklâm için hazirlanmis galiba” dedi ve ne yapacagimi sordu. Tekrar, geceleri hastanede kalmaya baslayacagimi, poliklinikten seçtigimiz sarali çocuklara, her zamanki uyku saatlerinde baslamak üzere, 4-6 saat süreli kayitlar yapmayi planladigimi, anlattim. Çikarken, “Amerika’yi yeniden mi kesfedeceksin” sorusunu ihmal etmedi. Uzatmadim, “evet” yanitini yeterli buldum; “Amerika kitasinin içini kesfetmek, kitanin varligini kesfetmekten çok daha uzun zaman almistir” cevabini, kendime sakladim.   Çalismayi baslatmak için bir ortak bulmam gerekiyordu. Dr. Baki Göksan’a projeyi anlattim, “buradan sana uzmanlik, bana da doçentlik tezi ve en az 25 bildiri ya da yazi çikar”, dedim. Kabul etti ve basladik. Ilk üç gecede, çocuklar uykuya dalarken, bir cins anormal aktivite ile karsilastik. Bu aktivitenin, dalma nöbetleri olan daha büyük çocuklarda görülen, “dalga-diken kompleksi” diye isimlendirilen aktivitenin, henüz olgunlasmamis bir görüntüsü oldugu zannediliyordu. Bu aktivite rapor edildigi zaman, bütün dünyada, çocuklara epilepsi ilaçlari veriliyordu. Oysa bu aktivite, çocuk uykuya dalarken, tam gözlerini kapadigi anda çikiyordu. Çocuklari, tekrar tekrar uyandirip, yeniden uykuya dalmalarini sagladik, hep ayni aktivite ile karsilastik ve bunun tamamen normal bir fizyolojik aktivite oldugunu anladik.   Dördüncü gün, yazdirdiklarimizi Nedim hocaya gösterdim; “amma da kismetlisiniz, ilk üç çocukta da bunlar çikti ha” diyerek güldü. Olan biteni anlattim; gösterdigim örneklere yarim saat bakti, sonunda “bana bak, yillardir özveriyle ugrasiyorsunuz, bundan sonra neler çikarirsiniz bilemiyorum, ama sadece bununla kalsaniz bile, bu ülke insanina büyük iyilik yaptiniz” dedi. Karacan hocanin sözlerinden sonra, ikinci ödülüm bu sözler oldu.   Alti ay sonra, Dr. Naci Karaagaç, onu da çalismaya almamizi istedi. Alt tarafi, bir tez daha çikarmamiz gerekecekti. Bir yil sonra, uzun süredir Amerika’da olan Uzm. Dr. Aysin Dervent yurda döndü. Döndügünde bize katilacagini, diger arkadaslara önceden söyledigim için, bir sorun yasanmadan, ekibi dörtledik. Dört yil çalistiktan sonra, iki doçentlik, iki uzmanlik tezi ve 35 bildiri ve yazi ortaya çikti.   O yillarda, Ulusal Nöroloji Kongreleri’nin, EEG konusunda en aktif arastiricilari olmustuk. Bir kongrede bes-alti bildiri sunuyorduk ve zevkle dinleniyorduk. Hangi yil oldugunu unuttugum bir kongrede, son günün son oturumunda sunacagim bir bildiri oldugunu, son gün ögrenen üç hekim, ögleden sonra kalkacak uçagin biletlerini, gece yarisi kalkacak uçaga kaydirdilar. “Yapmayin, ben anlatacaklarimi size söyleyeyim” dememe ragmen, ikna edemedim. Bu olay da benim üçüncü basari ödülüm oldu.   Doçent olduktan kisa bir süre sonra, Nedim hocadan bir haber geldi. Bizden ayri olarak gece çalismasi yapan Dr. Erbil Gözükirmizi da dâhil olmak üzere, besimizin de artik EEG’ye gelmemeleri bildirildi. Aletlerin sahibi, çalisanlardan bikmisti. Bu haberden sonra, bir daha hocayla konusmadim.   Aslinda bu karar, çocuk EEG’sinde ögrendiklerimi pekistirmeye yaradi. Çalistigimiz gecelerde kaydettigimiz, yaklasik 300 tane, 4-6 saat süreli uyku-EEG’leri, daha ince yorumlar için bekliyordu. Pratik EEG ugrasinin yükü üzerimden kalktigi için, bos vaktim çok artmisti. Bir yil süre ile sabahtan aksama bu EEG’lere baktim; EEG’de görülen muhtelif elemanlari, posteki sayar gibi saydim. Bu ugras sirasinda 13 tur attim. Sonunda, gelecekteki çalismalari planladim. Ancak, EEG aletinden uzak kalmistim.   Nedim hoca, yaptigimiz isleri, biraz EEG bilen herkesin yapabilecegini umuyordu ki, EEG ögrenmesi için bir kisiyi ABD’ye gönderdi. Ancak, onlar EEG bilen adam aradiklari için, orada 15 günden fazla tutmadilar. Baska umut kalmayinca, yaklasik alti ay sonra, tekrar baslamam için haberler göndermeye basladi; muhtelif kisilerle bes kez gönderilen haberler üzerinde düsünmedim bile.   EEG aletinden uzaklastiktan bir yil sonra psikiyatri klinigi pesime düstü. Ellerinde kullanamadiklari bir alet vardi. Daha önce birkaç alet bozduklari için, cesaretleri kirilmisti. Israrlara dayanamadim ve istedigim bütün çalisma kosullarini kabul ettikleri için, orada bir laboratuar kurdum. Bir asistan, iki teknisyen ve iki ufak oda sagladilar. Kisa süre sonra, EEG ögrenmek için, nöroloji kliniginden üç asistan, islerini bitirir bitirmez oraya gelmeye basladi.   Yeni EEG laboratuari kuruldugu sirada, Cerrahpasa’da üç ayri yerde EEG laboratuarlari vardi. Nöroloji ve farmakoloji bir-iki ay sonraya, çocuk hastaliklari klinigi ise 6-12 ay sonraya randevu veriyordu. Çalisan 6-7 EEG aletine bir alet daha eklendikten üç ay sonra, herkes basvuru gününde kayit yapmaya basladi. Çocuk hastaliklari kliniginden, iki hoca haricinde herkes EEG’leri psikiyatriden istiyordu. Alti ay bittiginde, bir ulusal kongreye üç çocuk EEG’si çalismasi ile katildik. Genç asistanlarin sunumlari, dinleyenleri çok sasirtti.   O arada, 1976 -1980 arasinda baslatmama ragmen yarida kalan, “yeni dogan dönemi” ve “erken dogan çocuklarda” EEG çalismalarini tekrar baslattim. “Kadin Dogum Klinigi” hocalarini ikna ettigim için, çocuk bulmakta zorluk yasamadik. Dogumdan sonraki hayatin ilk günlerinde elde edilen EEG verilerini kongrelerde sergilemeye basladigimiz vakit, aldigimiz elestiriler beni çok sasirtti. Bu gün bütün EEG uzmanlarinin ögrendigi bilgileri, ilk kez anlattigimizda, ünlü üniversitelerin hocalari, “böyle bir sey olur mu” diyerek kahkahalarla güldüler.   Mutlu ve hizli bir çalisma ile ilk yili tamamladik. Bir sabah laboratuara geldigimde, bir odamizin bosaltilip ögretim üyesi odasi yapildigini gördüm. Oysa elimizden alinan odada, tekerlekli bir ufak karyolada çocuklar uyutulup, baslarina elektrotlar baglaniyor ve diger odadaki kayit biter bitmez, yeni kayit basliyordu. Ayrica, raporlar da bu odada daktilo ediliyordu. Böylece, çocuklarin aglamalari ve daktilo gürültüsü diger odadan duyulmuyor ve zaman kaybetmeden kayitlar gerçeklestiriliyordu. Bütün bu islerin bir odada yapilmasi imkânsizdi. Bunu, onlar da bilmelerine ragmen, bu karari almislardi. Tamamlanmis kayitlari yorumlayip, raporlari yazdirdiktan sonra, sadece teknisyen hanimlarla vedalasip isi biraktim.On gün sonra aradilar, meger bizim klinikten sürekli halde öylesine yogun bir baski geliyormus ki; çaresiz kalmislar. Durumu, yüzüme söyleyemedikleri için bu çareye basvurmuslar; çünkü ben daha basinda, kosullari bozarsaniz, veda bile etmeden isi birakirim demistim.   Psikiyatri deneyiminden bir süre sonra Nedim hoca emeklige ayrildi. Kürsü kurulu karariyla EEG’nin basina geldim (anabilim dali baskaninin karariyla gelmeyi kabul etmedigim için). Ancak, eski hava yok olmustu. Arada geçen yillarda, yeni bir EEG uzmani yetistirilmemisti. Her seye yeniden baslamak gerekiyordu. Yanima verilen asistana EEG ögretmek için kollari sivadim, fakat üç ayda üç kez asistan degistirildi. Artik hiçbir sey yapamayacagimin, kisa sürede farkina vardim. O siralarda, 1995 yili “Ulusal Nöroloji Kongresi”nde, ülkemizde ilk kez olmak üzere, bir EEG kursu yapmam önerildi. Kursun süresi bir saatti. Sürenin yetersizligine çok itiraz ettimse de, ancak bir buçuk saate çikarildi. Ögle arasindan önceki son oturum oldugu için, biraz da aradan yararlanip, süreyi iki saate çikarabilecegimi düsünerek kabul ettim. Ayrica, eger ugrasilirsa, umulandan daha kisa sürede deneyim kazanilabilecegini kanitlamak için, iki genç asistani kurs egitmeni olarak yanima aldim. Bunlardan biri EEG’ye yeni baslamisti, digeri ise EMG uzmaniydi ve EEG ile hiç ugrasmamisti. Genç asistanlar, çok güzel sunumlar yapmalarina ragmen, kimse mesajin farkina varamadi.   Kursun içerigini hazirlamak benim 15 günümü alacakti, ancak genç asistanlari hazirlamak için üç-dört ay ugrastim. Bu arada, kursun dört saatten önce tamamlanamayacagini fark ettik.   Kursun yapildigi salon tamamen dolmus ve pek çok kisi de ayakta izliyordu. Iki saat tamamlandiginda kestim. Yarisini bitirdigimizi, eger isterlerse, diger yarisini her kosulda (bahçede bile) tamamlayabilecegimizi bildirdim. Ögleden sonra konusma yoktu, çevredeki tarihi ve turistik alanlara gezi düzenlenmisti. Kursun ilk bölümünü dinleyip de geziye katilanlarin baskisiyla, gezi kisaltilarak erken tamamlanmis ve kongre yönetimine baskiyla, salon tekrar bize açilmisti. Ancak, o aksam kongre yemegi de vardi. Yemegi önemsemeyenler salonu tekrar doldurdu. Ikinci bölümün yarisinda, kongre baskani salona girdi, “çalismaya bu kadar istekli oldugunuza göre, akliniz arkada kalmasin, mevcut yemegin yarisina el sürdürtmeyecegim, istediginiz kadar çalisin” dedi.   Yemekte, bir doktor hanimin, “hocam EEG’yi konusturuyorsunuz” demesi de benim dördüncü büyük ödülüm oldu. Bu söz, bir iltifatin ötesinde etki gösterdi. “Eger EEG konusuyorsa, ben onunla konusabilecek düzeyde miyim, eger degilsem, bundan sonra hedefim bu olmali” fikri kafami kurcalamaya basladi.   Sonraki yil içinde de, kafamdaki projeleri baslatma olanagini bulamadim. Düzenli gitmesi gereken günlük islerin pesinde kosmaktan, çalisma baslatamiyordum. Ayrica, gün geçtikçe, altimdaki zeminin oyuldugunu görüyordum. 1996 yazinda, laboratuarda benden baska EEG yorumlayan iki kisi, bana haber bile vermeden, anabilim dali baskaniyla konusarak, ayni anda senelik izne ayrilmislar. Ertesi gün geldigimde, bir gün önce okunmalari gereken EEG’lerin, daginik halde ortada durdugunu gördüm ve izne ayrildiklarini ögrendim.   Onlarin, izinden gelmelerini beklerken, bundan sonra birlikte çalisamayacagimizi da anlamistim. O arada bir aksam, evime Dr. Turgut Adatepe geldi. Turgut, uzun süre benimle birlikte çalistigi ve aramizda kirilamayacak bir dostluk olustugu için, uzman olduktan sonra klinikte kalmasi sakincali görülmüstü. Hem EEG’ye yakindi, hem de EMG ögrenmisti. Klinikten ayrilinca, SEP ismini verdigi bir EMG laboratuari açmisti. Her yerde randevular geç verildigi için, kisa sürede bol hastasi olmustu ve bilgisayar bildigi için de çok basarili tanilar koyabiliyordu. Hal hatirdan sonra, neler yaptigimi sordu. Abartmadan, tadimin ve tuzumun kalmadigini, artik EEG’yi birakacagimi söyledim. “Hocam, laboratuari birak, o klinik seni zaten birakmisti, sen de onlari birak. Ancak, EEG’yi birakamazsin. Ben sana, taksitle bir alet aldim ve kuruldu. Sen basladiktan sonra nasil olsa hasta gelir; ücretin yarisini sen alirsin, yarisi ile de ben taksitleri öderim”, dedi. Siddetle itiraz etmeme ve emekli olana kadar “tam gün çalisacagimi” söylememe ragmen, pes etmedi. Zayif tarafimi biliyordu, “gelmeyeceksen, simdi gidip o aleti kiracagim” diyerek, yeminle tehdit etti. Aleti kiracagina, beni inandirdi ve “peki” yanitini aldi. Ertesi gün, kismî güne ayrilmak için basvuru yaptim ve izne çikanlar gelinceye kadar EEG laboratuarindaki görevime devam ettim.   Turgut, “bilgisayarli EEG aleti” almisti. Alismam iki-üç ay sürdü. Sonunda, mürekkepli ve kâgitli eski aletlerle düsündüklerimi yapmama imkân olmadigini fark ettim. Teknolojinin getirdigi kolayliklar, birden yolu açmisti…    EEG’ye basladiktan sonra geçen 27 yil içinde önemli bir sey ögrenmistim. Normal EEG’nin, ana karnindaki besinci ayin sonunda baslaya bir gelisim süreci oldugu biliniyordu. Anormal beyin aktiviteleri ise, sadece olgunluk dönemlerinde taniniyordu. Olgun görünümleri taninan bu aktiviteler, sanki bir günde, gökten zembille iner gibi EEG’ye inmislerdi. Oysa böyle olmasi mümkün degildi. Birbirinden farkli hastaliklara ve sendromlara özgü bu birbirinden farkli anormal aktivitelerin de birer gelisim süreçleri olmaliydi. Tani koydurucu “kalip görüntü” olusmazdan önceki süreçte bunlar yavasça gelisip, herkesin tanidigi görünüme girmeliydi. Bir süre sonra da “kalip görüntü”nün biçimi bozulmaya baslamali ve sonunda ya degisik bir yapiya dönüsmeli ya da silinmeliydi. Ancak, farkli görünümleri nedeniyle, “kalip görüntü” öncesinde ve sonrasinda görülenler isimlendirilemiyordu. Bunlari isimlendirmek çok önemli olmasina ragmen, önemsenmiyordu. Özellikle “kalip görüntü”den önce görülenler önemliydi. Bu erken dönemde, sendromun klinik özellikleri fark edilmiyordu. Sendromun klinik özellikleri açik seçik saptandigi sirada, EEG’de sendroma özgü patolojik “kalip görüntü” ortaya çikiyor ve taniya destek veriyordu. Oysa ortaya çikis nedenini bilmedigimiz bu anormal elektrik aktivite geliserek, sendromu sekillendiriyor olabilirdi. Eger böyle ise, “kalip görüntü” olusmadan ortaya çikan anormal bosalimlar söndürülürse, belki de o sendromun gelismesi engellenebilirdi. Bunun için “EEG’nin tedavi edilmesi” gerekiyordu. Gel gelelim, EEG’nin icadindan beri, yanlis bir slogan, herkesin beynine kazinmisti ve “EEG’nin tedavi edilemeyecegi”ne herkes inandirilmisti. O zaman, bu erken EEG bulgularini tanimanin da bir anlami kalmiyordu.   SEP’teki çalismalarimiz sirasinda, yapilan kayitlarin raporlarinin ve 6-10 sayfalik örneklerinin birer nüshasini biriktirdim. Bunlari yas sirasina göre dizerek, 11 birbirinden farkli kalip görüntünün gelisim süreçlerini ortaya çikardim. Bir ulusal kongrede bunlari anlattim. Her birinin gelisimini üç basamaga ayirdim; “ayak sesleri”- “kalip görüntü”- “ayak izleri”. Daha önce, literatürde kullanilmamis bu deyimlere herkes çok güldü. “Ayak sesleri” döneminde tani konabilirse ve EEG tedavi edilebilirse, beklenen sendromun gelismeyecegini söyledim; fakat kimseyi inandiramadim. Gülmek, anlamaya çalismaktan çok daha kolay oluyordu...   SEP’teki ugrasimiz yedi yil sürdü. Bu süre içinde, Turgut da ben de, laboratuarda tek hasta muayene etmedik. Sadece, bizden tetkik isteyen hekimlere hizmet verdik. Bu davranis, laboratuarin namusuydu; bize hastasini gönderen hekim, hastanin orada kalabilecegini düsünmemeliydi. Kan ve idrar tahlili yapan biyokimya laboratuarlari gibi davrandik. Ancak, bu titiz davranisimiz, “elektro-fizyoloji laboratuari” olmamizi saglamadi. Yönetmeliklere göre, bilsin bilmesin, her hekim muayenehanesine ya EEG ya da EMG aleti, isterse ikisini birden alabilirmis, ama “elektro-fizyoloji laboratuari” açamazmis. Bu laboratuar, ancak bir kurum içinde açilabilirmis. Bizden, ya kapanmamiz ya da muayenehaneye dönüsmemiz istendi. Kapanmayi tercih ettik ve 35 yil süren EEG ugrasimi da sonlandirdim.   Ben aleti biraktim, ama alet beni birakmiyordu. “Sen bu isi birakamazsin, buna hakkin yok” diye baskilar gelmeye basladi. Kisa bir süre sonra, biri Amerikan, digeri Rus mali iki alet hediye edildi ve muayenehaneme getirildi. Amerikan aleti kâgitli oldugu için kullanamadim. Rus aleti bilgisayarliydi ve kaldigimiz yerden çalismaya devam ederken, aletin kullanimina ait sorunlarimi firma aninda halletti. Bir yil sonra, 2005’te emekli olunca da tekrar baslangiç noktasina döndüm ve aletle yatip kalkmaya basladim. Üstelik bu kez, ne atilmam ne satilmam mümkündü. Muayenehane de, alet de benimdi ve hastalarim da hasta yakinlari da bana inaniyor ve güveniyorlardi.   Yillarca alet ve hasta basinda sabahlayarak EEG uzmani oldum. Bir hastaya bir geceyi harcayarak genis bir kitleye cevap verilemeyecegini anladim. Bunun için de, yarim saat süreli uyku kayitlari ile ayni bilgiyi almayi ögrendim. Çocuk nörologu olmak yerine “çocuk EEG’si uzmani” olmayi tercih ettim. Bunun bir nedeni vardi; “çocuk nörolojisi” ve özellikle “çocuk psikiyatrisi” tarafindan izlenen çocuklarin büyük çogunlugunda (%75-80), nörolojik muayene normal bulunurken, arastirmalarda da bir sey saptanamiyordu. Yapilan bütün laboratuar tetkikleri ve görüntüleme yöntemleri (tomografi ve MR) normal bulgular verirken, çocuklarda zihinsel problemler ve havaleler gelisiyordu. Bu sikâyetleri beyinden baska bir organin ortaya çikarmasi da mümkün degildi. MR, normal yapida bir beyni sergiliyordu, ama fizyolojik bir bozuklugu da gösteremezdi. Oysa EEG, henüz sebebini açikça bilmedigimiz nedenlerden dolayi, beyindeki normal elektrigin degistigini, anormal hale geldigini gösteriyor ve pek çok seyi açikliyordu.    EEG’nin bu becerisini belgeleyen birçok yazi literatürde mevcuttur. Ancak, bunun böyle olmadigini ifade eden ve EEG’yi dikkate almayan yazilar bin kat fazladir. EEG’yi önemsemeyen yazilari yazanlarin, ya hiç EEG bilmeyenler ya da bildiklerini sananlar tarafindan yazildigini anlamak için de EEG’yi gerçekten bilmek gerekmektedir. Iste bu yüzden, bütün dünya, çocuklardaki zihinsel sorunlara farkli açilardan yaklasiyor. Biraz süphelenenler dahi, elektrofizyoloji konusunun yanina üç soru isareti koyuyorlar; bunu yaparken de, EEG ile hiç iliskileri olmadigini hatirlamiyorlar bile.   Durumun farkina varan bir Amerikali yazar literatür derlemesi yapmis. Otizmli çocuklarda yapilan çalismalarda, hiç EEG bulgusu saptamayanlari dikkate bile almamis. EEG bulgusu saptayanlarin da, bu bulgulari farkli oranlarda bulduklarini ve bu oranlarin % 13 ile 83 arasinda degistigini görmüs. Aslinda aradaki fark bundan daha fazladir; çünkü hiç bir sey bulamayanlar, alt siniri % 0’a indirirken, benim çalismalarimda da üst sinir % 100’e çikmaktadir. Ayni durum atesli havalelerde de söz konusudur; bizim yaptigimiz bir taramada, atesli havalelerde EEG bulgusu saptama oraninin, literatürde % 0 ile 100 arasinda degistigi bulunmustur. Bu oranlar, EEG bilenlerle bilmeyenlerin farkini açikça ortaya çikarmaktadir.   EEG’de gördüklerimi baskalarinin görememesinin nedenlerini saptadim. Bunlari “ulusal kongrelerde” anlatmaya çalistim; fakat kaliplasmis bilgilere ters düsen söylemlerim fazla etkili olmadi. Sürdürdügüm EEG kurslarina katilan genç hekimler, kurs bitiminde konuyu rahatça anliyorlar; çünkü onlara kurs süresince 2000’den fazla EEG resmi gösteriyorum. Oysa bir kongre konusmasinda 10-15 resimden fazlasini gösterme sansi bulamiyorum.     EEG’ye baslayali 42 yil olmus. Kesintilerden dolayi “EEG ile konusmayi” son alti yilda iyice gelistirebildim. Bu sözümün de, birçok kisiyi gene güldürecegini biliyorum. Biliyorum ama söylemeden edemiyorum. Çünkü EEG kaydina bakarken, ilk sayfalarda, “sen galiba susun” diye söyleniyorum. Sonra, “ayak sesleri döneminde misin”, yoksa “kalip görüntüyü olusturdun mu” diye soruyorum. Baska bir kayitta da, “sönmeye mi basladin”, “ayak izlerin de mi siliniyor” gibi çesitli sorular soruyorum. Bunlarin hepsinin cevaplarini aliyorum. EEG yanit verirken önce niteligi yansitiyor, sonra niceligin ortaya konmasi için “sunlari saydin mi” diye sesleniyor. Bunun için de, sayilmasi gereken birçok elemani sayiyorum. Yarim saat süreli bir uyku-EEG’si kaydini yorumlamam, bu konusmalardan dolayi bir-buçuk saatimi aliyor. Sonunda, çocugun hangi noktada oldugu bütün açikligi ile ortaya çikiyor. Tedaviye baslamadan önce, çocugun tedaviden ne kadar yararlanabilecegini EEG bana söylüyor. Iste bu alis-verisin adi “EEG ile konusmak” oluyor.    Nispeten seyrek rastlanan “West sendromu” olgularinda, sik görülen ve ülkemizde yaklasik iki-buçuk milyon kadar çocukta izlenen, otizm, zekâ gerilikleri, asiri hareketlilik ve dikkat azligi, ögrenme güçlügü, ögrendiklerini hemen unutma, konusmanin gelismemesi, konusmanin sonradan durmasi, beceri noksanligi, davranis bozukluklari, saldirganliklar, arkadaslik kuramama, ders çalisamama, vb. gibi sorunlarda ve gene sik görülen gerek atesli gerekse atessiz havaleler ve kekemelik gibi konularda EEG çok sey söylüyor. Geç kalinmadiysa, EEG tedavi edilirse, EEG tedavisinin kosullari ögrenilmisse, çocugun gelecegine çok daha olumlu bakma sansi yaratilabiliyor.    EEG ögrenmeye basladigim ilk yillarda, dönemin ünlü EEG ustalari “EEG artik gelisimini tamamlamistir, yeni bir sey söylenemez, ancak eskileri hatirlatmak için vak’a bildirileri yapilabilir” derlerdi. Eriskinin uyku EEG’si, dolayisiyla çocuk EEG’si iyi bilinmedigi için, bu sözlerin dogruluguna inanilirdi. Ben, 42 yil sonra, EEG’nin henüz gelisimini tamamlamadigi kanisina vardim ve ögrenmeye devam ediyorum. Ancak, ögrendiklerimi ögretme sansim azaldi. Olsun; bunca yilda sansimi sonuna kadar zorlamayi da, EEG’yi nasil ögretecegimi de ögrendim.   Kongrelerde konusmaya 1970 yilinda basladim. Anlattiklarimin çogu, EEG egitiminin birer parçalariydi. Sonradan bunlari birlestirdim, gösterdigimiz EEG resimlerine eklemeler yaparak, 2000’i asan sayida resimle tamamlanan, bir egitim programi hazirladim. Sekiz yil önce, 2002 yili Aralik ayinda, bu program uyarinca EEG kurslari baslattim. Bir kurs, haftada bir kez, araliksiz iki saat çalismak kosuluyla, dört ayda tamamlaniyor. Bu kurslar yilda iki kez tekrarlaniyor; Mart ve Aralik aylarinin ilk Sali günleri basliyor. Kurslar, aksam saat 18’de aç karna basladigi ve kurs sirasinda karsilikli tartisma ile devam ettigi için uyuklama sansi olmuyor. Aktif katilimla sürdürüldükleri için, bu ücretsiz kurslarin sonunda, üçten fazla yoku olmayanlara belge veriyoruz. Belge için sinava gerek kalmiyor, çünkü bu eziyete katlanabilenler zaten hak ediyorlar. Üstelik bazi genç hekimler bir sonraki kursa da hemen kayit yaptiriyorlar; çünkü bu egitimin kolay olmadigini, benim de hâlâ ögrenmekte oldugumu ve EEG’nin gelisimini henüz tamamlamadigini fark ediyorlar. Uzm. Dr. Kadri Kahramantürk bu konuda rekor kirdi ve alti kez kurs bitirdi. Ilk dönemler, Üsküdar’dan Beyoglu’na, daha sonra Aksaray’a gelip, ders bittikten sonra Pendik’teki evine gitmek üzere kurslari tamamladi. Su anda, hiç süpheye düsmeden, EEG raporlarina güvendigim, tek EEG uzmani Dr. Kahramantürk’tür. Uzm. Dr. Hamdi Ugur da baska bir rekora imza atti; Bursa’dan gelip, ayni gece Bursa’ya dönerek iki ya da üç kez kurs tamamladi. Istanbul disinda olanlar için, günde 7-8 saat çalismayla alti günde tamamlanan hizlandirilmis kurslar düzenledik; yer sorunu nedeniyle bunlari iki kez yapabildik.   EEG kurslarindan benim ne kazancim oldugunu soranlar olacaktir. Gerçekten çok kazançli oluyorum: Birincisi, hocaligim devam ediyor. Ikincisi, yilda iki kez, unuttuklarimi tekrarliyorum. Üçüncüsü, elimdeki birikim olusurken gerçeklesen, aci-tatli bütün hatiralar, kurs sirasinda tekrar canlaniyor ve geçen 42 yili tekrar yasiyorum. Dördüncüsü, her kursun besinci ya da altinci dersine geldigimizde, genç hekimler öyle sorular sormaya basliyorlar ki, önlerindeki resmin kiyisinda kösesinde kalmis öyle aktiviteleri isaret ediyorlar ki, ögrenmeye basladiklari öylesine anlasiliyor ki, bu dikkatleri bana büyük bir haz veriyor.        


Prof.Dr. Attila Altunel                                                         Şubat - 2010


EEG Maceram